info@ipe.com.tr

Yüzlerce yıl boyunca, psikiyatri hastaları, olanaksızlıklar nedeniyle, müzik, masaj, büyü, hipnoz, telkin vb gibi yöntemlerle tedavi edilmeye çalışılmış, bu tedaviler istenilen sonuçları vermeyince kronik hastaların sayısı artmış, akıl hastaneleri denen kavram ortaya çıkmış ve giderek insanlar psikiyatri hastası olmaktan korkar hale gelmişlerdir.

1950’li yıllarda farmakoloji biliminde bazı gelişmelerle birlikte, psikiyatrik rahatsızlıkların ilaçlarla düzeltilebileceği ve bu düzelmenin kalıcı olabileceği ortaya çıkmıştır. Günümüzde, depresyondan alkol bağımlılığına, hiperaktiviteden şizofreniye kadar hemen tüm psikiyatrik rahatsızlıklar ilaç tedavisiyle büyük oranda düzeltilebilmektedir. Ancak halk arasında eski kuşak ilaçlarla ilgili, ağır yan etkilerin olduğu, ilaçların kesinlikle bağımlılık yaptığı, aşırı derecede uyuşturduğuna dair yanlış inançlar vardır. Burada en sık kullanılan psikiyatrik ilaç gruplarıyla ilgili önemli bilgiler bulabilirsiniz.

Antidepresanlar

Psikiyatrinin en sık kullanılan ilaçlarıdır. Çeşitli etki mekanizmaları olmakla birlikte, basitçe beyinde serotonin adı verilen hormonun düzeyini yükseltmek suretiyle etkilerini gösterirler. İlaç tedavisi başladıktan sonra, antidepresan etkinlik için 12-16 gün beklemek gerekir. Bağımlılık yapmazlar, çeşitli ihtiyaçlara göre psikiyatristler bu grup içindeki bir çok farklı ilaçtan hastaya uygun bir seçim yapabilirler. Örneğin kilo aldıranlar olduğu gibi, iştah kesenler, ya da aşırı uykuyu azaltan ve canlandırıcı etkisi olanlar olduğu gibi, uykusuzluk durumunda uykuyu arttırıcı etkinliğinden faydalanılanlar da vardır. Bu gruptan olan ilaçlar aynı zamanda panik bozukluk tedavisinde, aşırı sinirlilik ve öfkeli davranışların kontrolünde, yeme bozukluklarında ve daha yüksek dozlarda ,daha uzun süre tedavi şeklinde takıntı (obsesif kompulsif bozukluk) tedavisinde de sıklıkla kullanılmakta ve iyi sonuçlar vermektedir.

Antipsikotikler

Antipsikotikler de psikiyatri de sık kullanılan ilaç gruplarından biridir. Genel olarak psikotik bozukluklar olarak adlandırılan sanrısal-delüzyonel bozukluk, psikotik bulgulu duygudurum bozuklukları-ağır depresyon ve mani tabloları, şizofreni gibi rahatsızlıklarda kullanılırlar. Birinci ve ikinci jenerasyon veya tipik ve atipik olmak üzere iki gruba ayrılırlar. Birinci jenerasyon antipsikotikler 1950’li yıllardan itibaren piyasaya sürülmüş olan haloperidol, klorpromazin, tiyoridazin, zuklopentiksol, flufenazin gibi ilaçlardan oluşur. Bu grup ilaçlar uzun süre yaygın olarak kullanılmış, iyi sonuçlar vermiş güvenilir ilaçlardır. Halen daha şiddetli vakalarda, hızlı sonuç elde edilmesi gereken, hastanın hızla yatıştırılması gereken durumlarda ve depo formunda 15 günlük enjeksiyonlar şeklinde kullanılmaya devam etmektedirler.

Bu grup ilaçlarda en sık ortaya çıkan yan etki Parkinson hastalığına benzer şekilde hastalarda yaptıkları kasılma, tutukluk, yüz ifadesinde donukluk şeklindeki ekstrapiramidal sistem yan etkileridir.

1990’lı yılların ikinci yarısından itibaren ikinci kuşak veya atipik antipsikotikler dediğimiz ilaçlar devreye girmiştir. Bu ilaçlar ekstra piramidal yan etkilere veya parkinsonizm tablosuna yol açmamaları ve şizofrenide negatif ve kognitif bulgular denilen içe kapanma, düşünce fakirliği, dikkati sürdürme ve konsantrasyon bozukluğu, bellek problemleri, soyut düşünebilme yeteneği gibi alanlarda daha olumlu faydalar sağlamaları ile birinci kuşak ilaçlardan ayrılırlar.

Bu ilaçlarla en çok şikayet edilen yan etkilerden birisi metabolik yan etkiler yani bazal kan şekeri düzeyinde yükselme ve vücut kitle indeksinde artmadır. Bu yan etkiler ilaçların hepsinde ortaya çıkmaz, bunu engellemek için baştan önlemler alınırsa bu istenmeyen sonuçlarla karşılaşılmaz, son zamanlarda metabolik yan etkileri olmayan antipsikotiklerde piyasada bulunmaya başlamıştır.

Son yıllarda ilaçların günde sadece bir defa alınabilmesi veya atipik antipsikotiklerin de tipik antipsikotik ilaçların çoğunda olduğu gibi 15 günlük enjeksiyonlar şeklinde yapılabilmesi yönünde çalışmalar yapılmaktadır ve bazıları sonuç vermiştir. Tüm bunlar hastalarımızın konforunu arttırmakta ve tedaviye uyum dolayısıyla iyileşme oranı yükselmektedir.

Duygudurum dengeleyicileri

Duygudurum dengeleyicileri, duygudurum bozuklukları (affektif bozukluklar) adı verilen hastalıklarda kullanılırlar. Bu grup hastalıkların en bilineni manik depresif bozukluk ya da bipolar bozukluktur.

İlk bulunan duygudurum dengeleyici Avustralyalı bir psikiyatrist olan John Cade tarafından bulunan lityumdur. Halen daha manik depresif bozukluğun tedavisinde ve koruma döneminde yaygın olarak kullanılmış ve etkinliği kanıtlanmış bir ilaçtır. Etkin dozunun takibi için ilaç kan düzeyinin gerekmesi ve bazı tiroid yan etkileri nedeniyle daha az tercih edilse de psikiyatrinin en çok bilinen ilaçlarından biri olmaya devam etmektedir.

Valproik asid ve karbamazepin de duygudurm bozukluklarında yaygın olarak kullanılan diğer dengeleyicileridir. Bu üç ilaçtan farklı olarak lamotrijin daha çok depresif dönemlerin tekrar etmesini engellemek amacıyla kullanılan bir duygudurum dengeleyici olup, bu alanda onaylanmıştır. Ancak ciddi dermatolojik yan etki yapabildiği için bu etkili ilacın çok kontrollü kullanılması gerekmektedir.

Duygudurum dengeleyicileri manik ve depresif dönemlerin tedavisinde kullanıldıkları gibi idame dönemi dediğimiz, hastalığın tekrar etmesinin engellenmesi veya en azından bir sonraki hastalık döneminin olabildiğince geciktirilmesi amacıyla da kullanılırlar.

Bağımlılık tedavisinde kullanılan ilaçlar

Bağımlılık tedavisinde ilaç tedavisinin kullanıldığı tipik olarak iki dönem vardır.

Bunlardan birincisi bağımlı olunan maddenin vücuttan temizlenmesi süreci diyebileceğimiz ‘detoksifikasyon’ aşamasıdır. Bu aşama , bağımlı olunan maddeden maddeye göre değişmekle birlikte yoğun fizyolojik problemlerin, uykusuzluk,tremor (titreme) halüsinasyonlar, kramplar ve metabolik dengesizliklerin olabildiği iyi takip ve tedavi edilmediği takdirde ölümle sonuçlanabilen bir dönemdir. Bu aşamada hem vücudun temizlenmesi, hem de yoksunluk krizinin rahat atlatılabilmesine yönelik tedaviler uygulanmaktadır.

İkinci aşama olan idame tedavisinde, hastanın bağımlılığını yenebilmesine yönelik göreceği psikoterapinin yanında, bağımlı olduğu maddeye karşı arzuyu azaltan ve keyif almasını ortadan kaldırmaya yönelik ilaçlar giderek artmaktadır. Bunlar arasında akamprozat, naltrekson, nalokson, bupronorfin gibi ilaçlar bulunur.

Özellikle alkol bağımlılığının tedavisinde kullanılan disulfiramdan da önemle bahsetmek gerekir. Disulfiram, alkol ile alındığında, asetaldehid denilen ve istenmeyen, bayılma, yüz kızarması, tansiyon düşmesi, kusma gibi zehirlenme belirtilerine yol açan bir ilaçtır. Hastaya bu etkiler anlatılarak verildiğinde, belli bir grup hastada caydırıcı etkiyle alkol bağımlılığı tedavisine yardımcı olabilmektedir.